x

"De niz" De'yi ayrı yazdım. Dahi anlamına gelsin diye...

"Her sandalye bir olaydır," der Liebzig. Milyonlarca yıl öncesinden gelen maden filizinden çivi ve belki yüzlerce yıl önce tahta olacağını bilen bir tohum, bir gün buluşur ve bir ustanın elinde sandalyeye dönüşür. Tanrı, böyle yazmıştır. Hatta; kimin ne zaman, ne kadar o sandalyede oturacağı ta en baştan bir yerlerde kayıt altındadır. O nedenle olmasını dilediklerimizi değil, olanları yaşarız. O nedenle istediğimiz kişiler değil, iyi ya da kötü ihtiyacımız olan kişiler etrafımızda olur. Bu kötü kişiler tanrının bize bir dersidir. 

Kaderi saptırmak isteyen, kaderi kendi menfaatine çevirmek isteyen kötü kişiler  ise, olacakları en fazla geciktirir. Güçleri o kadardır, sonuçta yine tanrının çizdiği kader devreye girer ve o çivi ile o tahta buluşur, misafirlerini bekler.
...
Hiç birini daha önce tanıdığınızı hissettiğiniz oldu mu? Üstelik sadece gözlerini görerek? Tam insan içine çıkmaya karar verdiğiniz o kendini yeniden keşfetme aralığında...
 . 
Ve bir kapının gerisinden gözgöze gelmekle başladı benim şu an anafor içinde olmama sebep o tılsımlı an.

Gözlerden önce ruhlar tanıştı veya tanışmıştı sanki. Öyle bir hisse boğuldum o gün. Ve o günden bugüne hiç bir kimse ve hiç bir şey onun kadar canımı yakmadı, her gün ama her gün en az bir kere boğuldum sayesinde.

Adını sonra öğrendim tabi. İşte o günden sonra her gün belki de, ne zaman kapıdan çıkıp gitse, hep anında hasreti içeri girdi. O günden sonra, aslında her dakika hasretin kendisiydi. Tuhaf şeyler yaşattı hayat bana o günden sonra. Hayatın kendisi tuhaftı ya zaten; sen daha ne gördün ki der gibiydi... 

Pek çok şeyin idrakine geç kalınca insan, aklının tek şeyle meşgul olduğunu kabul edemiyor ve doğal olarak  bu aşamada olmasına imkan verilmemiş bir aşk gözüyle bakınca, insan o hengamede daha çok bocalıyor. Keşke kader başka çizilseydi diyor. Diyor demesine de biliyor ki, bu öyle çok can yakıcı bir durum ki, artan acılar nedeniyle ekseri tek taraflı kalması ve yaşanmasını çok mantıklı bulmaya başlıyor bir süre sonra insan. En azından acı çeken sayısında önemli bir kazanç var diyorum, kendi acılarımı kendim çoğaltarak ben de.

Yine de tek taraflı olunca, tek taraftan bakınca her ayrıntı başka okunuyor, ama idrak zamandan daha çok çalıyor. Artık her karşılaşma vakitsiz, her uzaklaşma sevmek suç değil mantığıyla devirdaim yapıyor. Zaman boşa akıp gidiyor yani. Mecburi uzaktan sevmek, böyle bir hengame nihayetinde.

Başka açıdan bakınca; bir insanın hayatına dahil olmak bu kadar kolaymış, bu aynı zamanda o kişinin hayatını mahvetmek için yeterli bir adımmış diyorsun.Tabi, niyet bu ise. Oysa her seven fedakardır, sevdiği, değer verdiği biri için onun menfaatine direnç gösterir. Kendini durdurur... "Sevmek" dersin, onu elde etmekse, bu kendi nefsinin menfaatidir, asla sevmek tanımını içermez, kendini seviyordur aslında. Oysa; sevmek, karşındakinin menfaatini düşünmektir. 

Varsın, böyle geçsin günler, şunun şurasında kaç gün daha buradayım ki dedim hep. Bu fikrim hep yüreğime baskın geldi. Sınırlı sayıda olan günler bitene kadar bir melek olur en azından etrafımda diye düşünüyordum. Zaten; melek gören, cenneti görmüş demekti. Bu bile yeterdi bana. 

Etiketler; Sizden Gelenler,



Copyright 2018 - 2024 | RSS Ankara Eski Kitap Facebook esk:tap